Dr. Öğr. Üyesi Roza Süleymanoğlu Dinçer
Art arda yaşadığımız Kahramanmaraş merkezli depremler 13.5 milyon bölge halkını doğrudan etkilerken 85 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını da derinden etkiledi. Halkımızın büyük bir çoğunluğu da geçmişte olduğu gibi, zor zamanda birlik ve beraber olma konusunda yine üzerine düşenin en iyisini yapıyor. Deprem belirli bir bölgede meydana gelse de yaşanan bu afetin sonuçları tüm toplumu ilgilendiriyor.
Bu bağlamda, depremin sosyolojik etkilerini, depremden en çok etkilenen dezavantajlı grupları ve depremden etkilenen insanların alması gereken psikososyal desteğin önemini Sosyologlar Derneği (SOSYODER) Genel Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Roza Süleymanoğlu Dinçer, gazetemize anlattı. Depremin kriz dönemi ve travmatik bir olay olduğunu ifade eden Dinçer “Toplum olarak yapacağımız, farklı grupları ve inançları ötekileştirme, suçlamak değil; daha hızlı iyileşmemize destek olmaya çalışanlara fırsat tanıyıp birlikte probleme odaklanmaktır. “Bir musibet bin nasihatten yeğdir” diye bir söz vardır. Tabii ki keşke böyle bir felaket yaşamasaydık. Ama yaşadığımıza göre artık önlem alma zamanı. Benzer bir durumla karşılaşmamak için toplumda bir hazır bulunuşluk düzeyi kısmi de olsa oluştuğuna göre, farkındalık çalışmalarına ağırlık vermeliyiz. Herkesin sivil toplum kuruluşları, devlet kurum ya da kuruluşları aracılığıyla herhangi bir afet olayında, öncesinde ve sonrasında neler yapabileceğine odaklanması şart.” şeklinde konuştu.
“GELECEK KAYGISINI EN AZA İNDİREBİLMEK İÇİN GEREKLİ FİZİKİ KOŞULLARIN VE İHTİYAÇLARIN KARŞILANMASINI SAĞLAMALIYIZ”
Afetlerin sosyolojik bir boyuta da sahip olduğunun altını çizen Dinçer “Afetler “çeşitli doğa olaylarının sebep olduğu bir yıkım” olarak tanımlansa da depremin yol açtığı yıkımlar, bundan çok daha fazlasıdır. İnsanlar, afetleri anlamlandırmakta ve algılamakta, afetler karşısında bir davranış geliştirmekte; ekonomik, siyasi, kültürel ve toplumsal boyutuyla afetlerden etkilenmektedirler. Toplumu derinden etkileyen ve değiştiren afetler, sahip oldukları bu yönlerle aslında sosyolojik bir boyuta sahiptir. 1999 Gölcük depremi, 2011 Van Depremi, 2020 Elazığ ve İzmir Depremi ile 6 Şubat 2023’te gerçekleşen iki büyük deprem sonrasında da görülen şey; Türkiye’nin deprem sonrasında dayanışmaya, birlik ve beraberliğe kenetlenebildiğidir. Afet sonrası toplumun davranışlarının anlaşılabilmesi için bazı sosyolojik yaklaşımlar vardır. Bunlardan biri işlevselci yaklaşımdır. Durkheim’ın işlevselci yaklaşımı açısından baktığımızda Türkiye’de sosyal dayanışmanın ve birliktelik artığını söylenebilir. Deprem sadece Türkiye’de yaşayanları değil, yurt dışında yaşayanları da depremden etkilenenlerle bir araya getirmiştir. Karl Marx tarafından benimsenen diğer bir görüş ise çatışmacı yaklaşımdır ve bu yaklaşım, afetlerden en fazla alt sınıfların etkilendiğini söylemektedir. Nitekim bu da doğru bir tespittir. Yüksek gelirli kişiler, genellikle daha korunaklı ve dayanıklı, az katlı evlerde ikamet etmektedir. Dolayısıyla deprem bölgesindeki herkesin, depremden eşit bir şekilde etkilendiği ya da zarar gördüğü söylenemez. Kuramsal açıdan olguya bakmamıza gerek yok tabii. Deprem, doğrudan ya da dolaylı olarak hepimizi etkilemektedir. “Ben bir kişiyim, tek başıma ne yapabilirim?” diye düşünmemeliyiz. Farkındalık, tek bir kişiyle başlar ve diğerlerini etkileyerek yayılır. Ateşböceğinin ışık saçması gibi düşünün. Önce kendi önümüzü aydınlatacağız. Sonra, başkalarının ışık saçmasına yardımcı olacağız.” ifadelerine yer verdi.
Depremin kaynağı ve sebepleri ile ilgili, sadece müsbet ilmin (pozitif bilim) vermiş olduğu verilere sahip olduğumuzu hatırlatan Dinçer “Daha derinliğine ait bilgimiz yok. Bu konuda, depremin görünen sebepleri üzerinde düşünmek, ona yol açan faktörleri gözden geçirmek ve bu arada, hata ve eksikliklerimizi bilmek durumundayız. Deprem bir kriz dönemidir. Kolektif bir stres durumuna neden olur. Ayrıca travmatik bir olaydır. Bu travmadan herkesin etkilenme şekli ve düzeyi de farklıdır. Kişiler, korku ve gelecek kaygısıyla bazen yanlış eylem ve davranışlarda (yağmacılık gibi) bulunabilmektedir. Biraz empati kurup ihtiyaçları giderme konusunda daha fazla organize olmalı ve gelecek kaygısını en aza indirebilmek için gerekli fiziki koşulların ve ihtiyaçların karşılanmasını sağlamalıyız. Toplum olarak yapacağımız, farklı grupları ve inançları ötekileştirme, suçlamak değil; daha hızlı iyileşmemize destek olmaya çalışanlara fırsat tanıyıp birlikte probleme odaklanmaktır. “Bir musibet bin nasihatten yeğdir” diye bir söz vardır. Tabii ki keşke böyle bir felaket yaşamasaydık. Ama yaşadığımıza göre artık önlem alma zamanı. Benzer bir durumla karşılaşmamak için toplumda bir hazır bulunuşluk düzeyi kısmi de olsa oluştuğuna göre, farkındalık çalışmalarına ağırlık vermeliyiz. Herkesin sivil toplum kuruluşları, devlet kurum ya da kuruluşları aracılığıyla herhangi bir afet olayında, öncesinde ve sonrasında neler yapabileceğine odaklanması şart.” şeklinde konuştu.
“AFET STRATEJİLERİNİ UYGULANABİLİR ŞEKİLDE OLUŞTURMALI VE DAYANIKLI EVLER YAPARAK YAŞAMDAN YANA OLMALIYIZ”
Depremin; çocuklar, yaşlılar, engelliler, hamileler, yoksullar ve kadınları daha çok etkilediğini söyleyen Dinçer “Depremden herkes etkilenmekle birlikte çocuklar gibi bazı dezavantajlı gruplar daha fazla etkilenmektedir. Bu kişiler, daha yoğun psikolojik değişimlere uğrayabilmektedir. Bu durum, sosyal ilişkilerine daha fazla yansımakta, toplumsal yapıda çeşitli aksaklıklara neden olabilmektedir. Depremden en çok etkilenen gruplardan biri yoksullardır. Yoksullar, ekonomik durumlarına bağlı olarak bulundukları yerleri terk etmede problem yaşamakta ve deprem sonrası ihtiyaçlarını yardıma bağlı olarak giderebilmektedir. Engelliler ve aileleri de bu kategoride değerlendirilebilir. Engelliler dezavantajlarından dolayı savunmasız durumlarla daha fazla karşı karşıya kalabilmektedir. Kadınlar da deprem sonrası hijyenik ürünlere daha fazla ihtiyaç duymakta, anatomik durumlarından kaynaklı sağlık problemlerine karşı daha korunmasız olabilmektedir. Bu dezavantajlı gruplar içerisinde çocuklar, yaşlılar ve hamileler de yer almaktadır. “Bu gruplara karşı deprem sonrası ne yapmak gerekir peki?” Afet yönetim stratejilerinin dezavantajlı grupların afet durumunda en az zararla etkilenmeleri sağlayacak şekilde planlanması ve destek sistemlerinin oluşturulması, afet durumunda bu gruplara yönelik etkin çözümlerin geliştirilmesi, afet bilincinin bu gruplar başta olmak üzere tüm toplumda oluşturulması elzemdir.
Afetten etkilenen kişilerin beslenme, temizlik, bakım ve ilaç gibi sağlık ihtiyaçlarının hızlı bir şekilde karşılanması gerekir. Bu kişilere uzmanlar tarafından manevi sosyal hizmet desteği uygulanabilir. Psikososyal desteğe daha yoğun ihtiyaç duydukları için yine alanında uzman kişiler tarafından bireysel olarak bu destek sağlanabilir. Soğuktan korunmaları için çadırlardan ziyade konteyner evlere yerleştirilmeleri sağlanabilir. Yaşama bağlayacak meşguliyetlerle ilgilenmelerine öncelik verilebilir. Özetle yapılabilecek birçok şey var aslında. Önemli olan bu sürece hazırlıklı olmak ve koordineli bir şekilde ilerlemek… “Peki neden bu sürece hazırlıklı olmalıyız?” Türkiye, en etkili fay kuşaklarından birinin olduğu coğrafya üzerindedir. Bu nedenle de deprem kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Depremin olumsuz etkilerini tamamen ortadan kaldırmak mümkün değildir. Fakat bu gerçekle yaşayarak buna uygun hareket etmeliyiz. Afet stratejilerini uygulanabilir şekilde oluşturmalı ve dayanıklı evler yaparak yaşamdan yana olmalıyız. SOSYODER olarak biz de “Sosyologlar Telefonla Sosyal Destek Hattı” oluşturmak suretiyle depremden etkilenen insanların dertlerine ortak olmak ve onların içinde bulundukları sosyal ve psikolojik durumları tespit etmeyi düşündük. Biliyoruz ki sosyal problemleri iyi anlamadan, onları çözmek mümkün değildir.” ifadelerini kullandı.
Afetten etkilenen insanlardan bahsederken “afetzede”, “depremzede” ifadelerinin kullanılmasında bir sakınca görmediğini belirten Dinçer “Kelimelerin anlamlarını incelediğimizde, aykırı bir durumun olmadığını görüyoruz. Afet görmüş kişi afetzede olarak tanımlanmakta, depremden etkilenen/zarar görmüş kişi de depremzede olarak ifade edilmekte bizde. “Zede” kelimesi Farsça ve “darbe yemiş” anlamında… Fakat, biz bu kavramı bir hassasiyeti ifade etmek için genel manada kullanıyor ve kimsenin, bu duruma kendi iradesi ile gelmemiş olduğunu biliyor ve onları sorumlu tutmuyoruz. Etiketlemek için, zavallılığa ve muhtaçlığa karşılık gelecek şekilde kullanımına da karşıyız.” diye konuştu.
“PSİKOSOSYAL DESTEK, KİŞİYİ GÜÇLENDİRMEK VE TOPLUM SAĞLIĞINI KORUMAK AÇISINDAN FAYDALI”
Depremden etkilenen insanlar ve onlara yardım eden gönüllüler için psikososyal desteğin önemine dikkat çeken Dinçer “Bu tarz afetlerde ya da acil durumlarda psikososyal destek vermenin birçok nedeni var. Kimin psikolojik/psikiyatrik hizmetlere ihtiyaç duyduğunu belirlemek, kişilerin yardım becerilerinin kendilerinin geliştirmesini sağlamak, kurumlarla iş birliği geliştirmek gibi farklı nedenlere bağlı psikososyal destek çalışmaları yürütülebilir. Desteği alan kişilerin de direnç mekanizmaları gelişir, başa çıkma becerileri artar, psikolojik bozuklara yakalanma riskleri azalır. Bu, sürecin bir nevi “normalleşmesi” demek. Kişiyi güçlendirmekte ve toplumsal sağlığı korumada faydalı olacağına inanıyorum. Bu destekte anahtar kavramımız “gönüllülük”… Kişi bu desteği talep edecek ki maksimum fayda sağlansın. Kilit nokta ise “uzmanlık”… Bu desteğin, alanında uzman kişiler tarafından verilmesi şart. “Bir olaydan etkilenmek için her zaman o olayı yaşamamıza gerek var mı?” Gördüklerimiz ve duyduklarımız, yani olay sonrası oluşan tablo da bizi etkilemekte. Fark etmesek de zihnimize yerleştirdiklerimizi sonradan nasıl ve ne şekilde yansıtacağımızı bilemiyoruz. O yüzden dayanışma içerisinde olan ve bölgede görev alan herkesin de kesinlikle desteğe ihtiyacı var.” değerlendirmelerinde bulundu.