Söyleşi

Prof.Dr.Sami Şener’le Söyleşi

Sosyolojiye olan ilginiz ne zaman başladı?

ŞENER: Sosyolojiye olan ilgim, Lise sıralarında başladı.  Konular çok ilgimi çekiyordu. Özellikle insan ve toplumun birlikte ele alınması ve bu konular üzerine analizler yapılması, bu konuya beni yöneltti ve Üniversite eğitimimi ve meslek alanımı bu dalda yürütmeye karar verdim. Üniversite sınavına girip, ilk tercihim olan Sosyoloji bölümüne girdim. Bölüm dersleri yanında Felsefe, Psikoloji, Pedagoji ve Tarih sertifikaları aldım. Derslerde hiç zorlanmadım, çünkü sevdiğim bir alanda okuyordum.

Akademik kariyer yapmaya nasıl karar verdiniz?

ŞENER: Üniversite son sınıfında asistan olup, ilmi çalışmalar yapmayı ve sosyoloji alanında kültürümüze ve toplumsal yapımıza aykırı bazı yaklaşımları değiştirmeyi düşünüyordum. Sosyal bilimle meşgul olup da, onu uygulama isteğine sahip olmamak; mümkün değil gibi.. Çünkü, belli bir seviyeden sonra, sizin de söyleyecek sözünüz oluyor ve onları, en uygun mevki ve kurum olan Üniversiteden söylemek gerekiyor.

Bir de ülkenizin içinde bulunduğu olumsuz şartlar, kurumların yeteri derecede fonksiyonel olmaması ve toplumun bilgi seviyesinin düşüklüğü; akademik bir çalışmanın varlığına gerektiriyor. Çünkü, ilmi çalışma ve buluşların olmadığı yerde, yanlışlıklar, kargaşa ve düzensizlikler görülmeye başlanıyor.

Liselerde okutulan sosyoloji, Allah, Aile ve Ahlak gibi konular, bana ve toplumsal anlayışıma yabancı kanaatler sunuyordu. O dönemlerde, sosyal bilimler alanında Yüksek Lisans eğitim yoktu. Fakat, doktora ders süresi ve tez, an az 4-5 yıl sürüyordu. Doktora dönemi dersleri de zevkli ve kolay geçti. 1980’de doktoramı vererek doktor unvanını aldım.

Bir araştırmacı olarak ulaşmak istediğiniz en son nokta nedir?

Şimdiye kadar yayınlanmış hangi kitaplarınız var?

Bu kitapların bir kısmı ders kitabı, diğerleri ise genel okuyucu kitlesine yönelik kitaplardır. Fakat ders kitaplarımın da, sadece öğrenciler değil; toplumun her kesimine hitabeden yönü olduğunu söyleyebilirim.

Basılmış kitaplarım şunlar:

. Beşeri Münasebetler

. Endüstri Tarihi

. Osmanlı’da Siyasi Çözülme

. İslam ve Sosyoloji

. Halkla ilişkiler

. Sosyoloji-Sosyal Bilimlere Alternatif Yaklaşım

. Başarı Yolunda 70 Kural

. Sudan Dosyası

. Türkiye de Gençlik

. İşte Amerika

. Yarınlara Hazırlanmak

. Sosyal İlim ve Değerler

. Türkiye de Sosyal Değişme

. Modernleşme ve Tüketim Toplumu

. Safranbolu da Kültür ve Medeniyet İzleri

DOĞAN- ÇAKIROĞLU : Sosyoloji toplumsal sorunlara çözüm yolları bulmayı hedefleyen bir disiplin. Günümüz Türkiye’sini düşündüğümüzde Sosyolojiye en çok ihtiyaç duyulan alan neresidir?

ŞENER: Bana göre, sosyoloji bir toplumsal analiz, yapılanma, sosyal problemleri tespit etme ve olumlu bir değişimi sağlama görevlerini üstlenen bir ilim dalı olarak, en fazla değerler alanını aydınlatmak ve kültürel sistemin net bir biçimde görülmesini sağlamak zorundadır. Çünkü bütün bu özellikler, bir toplumun yaşama çerçevesinin sınırlarını ortaya koymakta ve kendi medeniyet misyonunu belirlemektedir. Eğer bu çerçeve anlayış ve bilgi sistemi ortaya konmaz ise, toplumsal sistemleri veya medeniyet perspektifini oluşturmak zorlaşacak ve toplum, ya problemlerle karşı karşıya gelecek veya sürekli çelişkiler içinde kalacaktır. Aslında felsefenin alanı gibi görülen bu konu; insan ve toplumların kimlik kazanma ve yaşayış sistemlerini belirleyecek, uygulamalı bir çalışma olarak görülmek durumundadır. Aksi halde, sosyoloji; sadece bu teorik konularla meşgul olan sözel bir ilim olarak kalabilir.

DOĞAN-ÇAKIROĞLU: Gerek televizyon programlarına baktığımızda gerekse köşe yazarlarının yazılarını okuduğumuzdan sosyolojiye, siyaset bilimciler, uluslar arası ilişkiler uzmanları gibi kişiler sosyoloji uzmanlarından daha çok referans göstermektedir. Bu durumun oluşmasında ana etkenler nelerdir?

ŞENER: Aslında, her bilim dalının sosyolojik nosyonu olmalı ve sosyolojiden bağımsız bir toplumsal veya kurumsal değerlendirmeler yapmamaları gerekir. Fakat, sosyoloji konusunda, sosyologlardan daha fazla konuşma ve yazma geleneği, aslında; sosyolojiyi önemsememek manasına da gelmekte ve sosyoloji birikimine sahip olmadan da, sosyolojik analizler yapılabileceği gibi bir yanlış tutumu ortaya koymaktadır.

Bunun, sosyologların günlük toplumsal konulara fazla eğilmemelerinin getirdiği bir eksiklikten de kaynaklandığını söylemek mümkündür. Sosyoloji bilimi ile aktüel problemlerin beraberce ele alınması konusunda, bazı sosyologların ilgisizliği de, sosyolojiye sıradan yaklaşımı veya aşırı cesareti, bu tür kişilere vermiş olabilir.

DOĞAN- ÇAKIROĞLU: Sizce Türkiye, sosyologlardan resmi ve özel kurumlar olarak ne oranda yararlanıyor? Önümüzdeki beş yıllık süreyi düşündüğümüzde değişen dünya düzeni içinde hangi oranda yararlanabilir?

ŞENER: Avrupa ve özellikle Amerika’da son 20-25 yıldır sosyologlardan ciddi şekilde faydalanılıyor. Fakat, son 10-15 yıldır sosyologlar, daha çok siyasi, kurumsal ve ekonomik alanlarda sistemlere yeni alternatif teklifler getiriyorlar. Bu da, çok anormal değil. Yani, önceleri makro alanda görev ve sorumluluk üstlenen sosyologlar, şimdilerde mikro alanda görev yapıyorlar.

Ben, sosyologların mikro alandaki rollerini küçümsememekle beraber, makro alanda da rollerini yerine getirmeleri gerektiğini düşünüyorum. Yani, bir toplum için; siyasilerin belirlediği rollere kılıf bulmak yerine; siyasilerin önüne çeşitli alternatifler koymalarının gerekli olduğunu düşünüyorum. Ama, bu arada; siyasi ve sosyal ihtiyaçların gerektirdiği mikro anlamda kurumsal ve grup merkezli çalışmaları da yürütmelerinin şart olduğunu düşünüyorum. Özellikle Türkiye açısından, sosyologların mikro çalışma alanlarına girmelerinin önemi çok büyük ve gereklidir.

Maalesef, Türkiye’de siyaset ve kamu yönetimi; sosyologların birikiminden, onların sahip olduğu yeteneklerden gereği gibi faydalanamamıştır. Umuyorum ki, bundan sonraki dönemlerde, birçok hassas alanın çözümü, sosyologların görev almasıyla gerçekleşebilir.

DOĞAN-ÇAKIROĞLU: Türkiye’de Sosyolojiyi bir meslek olarak yeniden inşa edecek olsaydınız, ne tür eksikliklere çözüm yolları bulmayı hedeflerdiniz ?

ŞENER: Sosyolojiyi yeniden inşa etmek, aslında fikirlerin, sosyal yapıların ve kurumsal sistemlerin bir gereğidir. Yani, “her dem, yeniden doğmak” gibi bir şey. Çünkü sosyoloji, toplumun fotoğrafını çekmek zorundadır. Ama, bu fotoğraf; bir kalkış noktası olmalı. Bizi, yeni fikir ve çözüm yolları ortaya koymaktan uzak tutmamalı. İşte, sosyoloğun topluma karşı sorumluluğu, bu noktadan sonra başlamalı. Batı felsefesinde olduğu gibi, insan ve toplumu çaresizlik içinde bırakmayıp, onları bilgi, kültür, ahlak çerçevesinde oluşturabildiği yaşama felsefeleri ve kurumsal yapılar sunabilmelidir. Böyle bir görev şu örnek ile açıklanabilir. Bir hastalığı tespit eden doktorun, hastalığın tedavisi ile hastayı baş başa bırakması. Sosyoloji, toplumsal yapıların gelişme çizgileri üzerinde, toplumun kültür ve tarihi perspektifinden aldığı materyaller ile yeni bir yapılanma çalışması içine girmek zorundadır bana göre.

DOĞAN-ÇAKIROĞLU: Sosyologların iyi bir şekilde yetişmesi için neler gerekli

ŞENER: Bu durum, yıllardan beri karşı karşıya kaldığımız bir konu. Sosyoloji, Türkiye’ye Batı, şablonu ve gerekçeleri ile birlikte giren bir bilim dalıdır. Dolayısıyla, toplumda ciddi bir kabule mazhar olmadığı gibi, kamu ve özel sektörde “iş üreten, problem çözen” bir ilim dalı olarak kabul görmedi. Büyük ölçüde siyasi ve ideolojik bir misyonun gölgesinde kaldı. Veya Felsefi bilginin biraz daha toplumsal ve kurumsal alan çalışması olarak yürütüldü. Toplumumuza ideolojik akımların ve Batı’da üretilmiş sosyal teorilerin birer uygulama veya gerçekleşme alanı olarak bırakıldı. Kendi toplumsal değer ve birikimlerimiz ve sosyal gerçeklerimizden çok; batılı bilgi ve teorilerin çerçevesinden açıklamalar getirilerek yeni yaklaşımlar geliştirildi. Bu durum, çok önemli bir başka problemi de gündeme getirmekteydi. Toplumumuzun, kurumlarımızın ve gelecek beklentilerimizin özgün açıklamasını gereğince yapamamak ve toplumsal yapıyı inşa edecek yeni teklif ve politikalar geliştiremedik.

Bütün bunlar karşısında biz, öncelikle öğrencilerimize sosyolojiyi yeniden tanıtmak ve kendilerinin nasıl önemli bir alanın uzmanları olacağını anlatmaya çalıştık. Bu yakın ilgi ve kaynaşma ile, öğrencilerimizin sosyolojiyi sevmelerini sağladık. Sosyolojiye öğrencilerimiz, sosyolojinin bu toplumun geleceği için önemli olduğuna inandılar.

 DOĞAN- ÇAKIROĞLU : Aslında akademisyen, araştırmacı kimliğiniz dışında Türkiye ilk olan Sosyologları birleştirici bir organizasyon içerisine girdiniz. Bize başkanlığını yapmış olduğunuz Sosyologlar Derneği’nden biraz bahsedebilir misiniz? Böyle bir derneği açma fikri sizde ne şekilde uyandı?

ŞENER: Sosyologlar Derneği, bir anlamda; sosyolojinin Türkiye’de daha farklı ve kapsamlı bir şekilde algılanmasını sağlayacak, sosyal bir hareketin adıdır. Sosyolojinin değişen ve gelişen toplumsal yapı ve sistemlerdeki rolünü yeniden tarif etme ve bilimsel sorumluluk alma gibi temel konuları gündeme taşımaya çalışmaktadır. Buna paralel olarak da, sosyal görev alanlarının Türkiye’de boş ve kendi kendine gelişen, çalışma hayatına, yeni bir istihdam perspektifi getirmek istemektedir. Bu iki konu da, birbirinden ayırt edilmeyecek kadar önemlidir. Bilim geliştiği gibi, Toplumsal sistemlerin de yeni gelişen bilgi ve mesleki rollere göre biçim alması gerekmektedir. Sosyologlar Derneği, Üniversitelerin yetiştirdiği fakat, yanlış ve önemsiz alanlarda görev yapan on binlerce sosyoloğun, kendi rol ve görevlerinde çalıştırılması için, kapsamlı bir çalışmanın içindedir.

Ben önümüzdeki birkaç yıl içinde, Sosyologlar Derneği’nin bir ihtiyaç ve gereklilikten doğduğuna ve toplumumuzda birçok bakir alanda çok etkili ve faydalı görevler yapabileceğine ve böylece de, derneğimizin toplumsal yapıda önemli bir güç ve potansiyele kavuşabileceğine inanıyorum. Ama, bunu; en az bir akademisyen olan benim kadar; çeşitli kurumlarda görev yapabilecek, sosyolog meslektaşlarımın da kabul etmesi ve bu ideali yaşatabilmeleri şartıyla..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir